Toprak Sergen
On dokuz yaşında, Radyo Tiyatro Kulübü’nün idareciliğini yapmaya başladım. Orta son sınıftayken seslendirmelere başladım. “Şeker kız Candy”, “Charles İş Başında” ve Brat Pitt, Tom Cruise gibi sanatçıları seslendirdim..
Ben Toprak Sergen olarak ayrı biriyim. Toprak olarak ayrıyım ve meslek hayatımda her zaman Toprak’ı gizli tutmaktan tarafım. Çünkü Toprak, Toprak olarak gizli olursa Toprak Sergen’in de bir kişiliği olabilir. .
Biliyorsunuz Türkiye’de şarkıcıysanız çok fazla tanınırsınız ama tiyatrocu o kadar tanınmaz. Şarkıcıların kendilerini parçalayan, onlar için ağlayan fanatik hayranları vardır. Bir tiyatrocu böyle bir manzarayla fazla karşılaşmaz. Ben hayranlarımla çok daha duygu yüklü şeyler yaşayabiliyorum..
Hayattaki tanımlamaları anlamıyorum ve hiç bir şeyi tanımlayıp genelleyemiyorum. Ben olayları ve nesneleri ufak parçalar halinde ele almayı seviyorum. .
Tiyatrocu bir aileden geliyorum.
Babam tiyatrocu. Dolayısıyla aslında aile içinde benim sanat yaşamım başladı. Bundan öncesinde hepimizin çocukluğu gibi radyo başında, Çocuk Bahçesi, Radyo Tiyatroları, arkası yarın gibi programları dinlerken hep hayal ederdim. “Acaba ben de yapabilir miyim, oyuncu olabilir miyim, seslendirebilir miyim” diye. Bu hayallerin peşinden ilkokul beşinci sınıfta iken Radyo Çocuk Kulübü’nün sınavına girdim ve kazandım. Orada çalışmaya başladım. Bir anda tiyatro başladı. 3 yıl kadar Kayseri’de yatılı okulda okuduğum sıralarda tiyatroya ara verdim. Ankara’ya döndüm ve Radyo Çocuk Kulübü’ne devam ettim.
On dokuz yaşında, Radyo Tiyatro Kulübü’nün idareciliğini yapmaya başladım.
Bu arada sadece kulüp içinde kalmayıp başka çalışmalar da yapıyordum. Orta son sınıftayken seslendirmelere başladım. Pek çok dizi ve filmde seslendirme yaptım. “Şeker kız Candy”, “Charles İş Başında” ve Brat Pitt, Tom Cruise gibi sanatçıları seslendirdim. Sonra konservatuar sınavlarına girdim ve birinci basamak sınavını bile kazanamadım. Aynı yıl, Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ni birincilikle kazandım… Okulu birincilikle bitirdim… Bu da yetmedi. Uluslararası İlişkiler okumak istiyordum. Yine üniversite sınavına girdim,kazandım ve 3 sene Uluslararası İlişkiler okudum. Sonra tiyatroya geçtim, oyunculuk bölümüne 4 sene oyunculuk okudum. Orayı bitirdiğimde 4 sene tiyatro yönetmenliği okudum. Burslu olarak, Londra’da bir okula gitmek istiyordum. Burs için başvurdum her şey çok iyi gidiyordu; ta ki 5 Nisan Kararları’na kadar, 5 Nisan Kararlarından sonra burs alamadım. Londra’da seçtiğim okula gidemedim.
Devlet tiyatrosu sınavına kız arkadaşım giriyordu. Sınava beraber gidince beni de giriyor zannettiler ve böylece sınava girmiş oldum.
Sınavı kazanarak Devlet Tiyatrosu sanatçısı oldum, daha sonra Trabzon’a gittim. Fakat Trabzon’daki sanat yaşamı bana çok sıkıcı geldiği için, çok sıkıldım. Orada 6 ay kalabildim. Aslında Trabzon’u çok sevmiştim şehir çok sakin ve hoştu (zaten anne tarafım Karadenizli). Trabzon’dayken, Türkiye’nin ilk özel radyosunun Genel Yayın Yönetmenliği’ni yaparken hafta sonları uçakla İstanbul’a gelerek Best FM’de program yapıyordum. Trabzon’daki bu 6 aylık dönemden sonra İstanbul’a geldim.
Trabzon dönüşü İstanbul’da hayatımdaki tek, (yani umarım tek olur) uzun diziyi yaptım “Sonradan Görmeler”.
… ondan sonra dizilerimi çok uzatmadan, can sıkmadan kısa yapmaya karar verdim. Ben sıkılıyorsam izleyiciler de sıkılıyordur mantığıyla, sağduyuma güvenerek uzun diziler çekmedim. Uzun diziler olduysa da ben birkaç bölümünde rol aldım. Bunlar “Kara Melek”, “Bizim Aile”, “Sırtımdan Vuruldum”, “Aşkın Dağlarda Gezer” gibi dizi filmler. Başrol oynadığım “Ayışığında Saklıdır” da bir reklamcıyı oynadım. Bu filmle İletişimde en iyi erkek oyuncu ödülünü aldım. Erden Kıral’ın yönettiği “Baba” adlı bir film yaptım ve burada da bir denizciyi oynadım. İyi bir çalışmaydı. “Herşey oğlum için” isimli filmde Amerika’dan gelen bir çocuğu oynadım. Bu filmde ise, Fikret Hakan ve Selma Güneri ile birlikte rol aldım. Aşkın Dağlarda Gezer Emmy’de ilk 5 arasına girdi. Zaten Kara Melek gün birincisiydi. Daha çok reytingli filmlerde oynadım diyebilirim.
Sinema filmlerimden bazıları ise: Ekim ayında yayına girecek olan ve Orhan Oğuz ile yaptığım “Kara Kentin Çocukları”.
Bu filmde Nilüfer Açıkalın ve Peker Açıkalın rol arkadaşlarım. Nilüfer ile arka sokakların birinde karanlık bir hayat geçiren bir karı-koca rolündeyiz.Yine Nilüfer’le birlikte, bir uzaylıyı oynadığım başka bir çalışmamız daha var. “Şöhret Tutkusu” isimli bir film yaptık Bu filmde ise be bir playboy rolündeyim. Günümüz magazin programlarından alışık olduğumuz tiplemeler var oldukça güncel bir film ve son olarak Yasemin Alkaya ile eski Türk Fimlerine yönelik bir çalışma yaptık.
Çeşitli yarışma programları yaptım.
Kadın ve çocuklara yönelik bir çok yarışma sundum. “Dört çarpı dört” bunlardan birisi. Okuyalım Konuşalım isimli bir çocuk programında ise Almanya’dan gelen bir çocuğu oynadım. Bu arada özel bir tiyatro kurdum ve burada hem patronluk hem oyunculuk yaptım. Kısaca haber hariç her şeyi yaptım. Her şeyi bir kez yapmaktan keyif alıyorum. İkinci kez yaptığımda çok sıkıcı oluyor onun için ikinci kez yapmıyorum. Bu nedenle projerin çok iyi olmasına dikkat ediyorum.
Özel hayatım bana ait olmalı..
Ben Toprak Sergen olarak ayrı biriyim. Toprak olarak ayrıyım ve meslek hayatımda her zaman Toprak’ı gizli tutmaktan tarafım. Çünkü Toprak, Toprak olarak gizli olursa Toprak Sergen’in de bir kişiliği olabilir. Özel hayatımın, özellikle insanların gözü önünde olmasını istemiyorum ve saklıyorum. Bunu da herkesin gittiği yere, gazetecilerin olduğu yerlere gitmeyerek başarıyorum. Bence kendinizi ne kadar çok gösterirseniz, pop anlamda ne kadar çok ortaya çıkarsanız o kadar çabuk popüler olusunuz ama POP! olursunuz. Bir anda POP! diye iniverirsiniz. Belki altı ay, bir sene belli bir süre ünlü olursunuz, belki en zirveye de çıkarsınız. Ama ben kendimi hiçbir zaman kısa mesafe koşucusu, bir sprinter olarak görmedim. Kendimi orta mesafe ve ya uzun mesafe olarak görmek istiyorum. Böyle popüler olarak kendini ifade etme biçimi bana doğru gelmiyor, inandırıcı da gelmiyor. Bir laf vardır “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz”diye çok fazla magazinel olmaya gerek yok. Zaten onun da karşısında durarak, başka bir yaşam biçiminde bulunarak bir şeyler anlatmaya, kanıtlamaya çalışıyorum. Aslında bir tür “Galiptir, bu yolda mağlup” buna inanıyorum.
Sanki çok fazla ortada görününce, çok fazla magazinel olunca bir şeyler olunduğu sanılıyor ve ya çok etkili bir yol olduğu zannediliyor.
Bence bu, hiç bir şey demek değil. Ben o şekilde tanınmak istemem. Hayatta neler yaptığım önemli. Yani işlerim çalışmalarım önemli. neler ürettiğim ve hayatta nasıl varlık gösterdiğim önemli. Ben bu işe başlarken bu işin okulu yoktu, gerçi hala yok. Gerektiğinde yarışma programından diziye, diziden belgesele, kadın kuşağından canlı yayına ve diğer taraftan, altı kameradan tek kameraya, film kamerasından digitale, ses teknisyenliğinden çevirmenliğe kadar her şeyi yaptım. Sektörün içinde en iyisini yapabilmeniz için, her işi yapmanız gerekiyor. En azından merak edip bir tadına bakmalısınız ki ne olduğunu bilesiniz. Kendimi bu şekilde çalışmaya yönelttim diğer türlü değil. Yaşam biçimim zaten insanlara benim nasıl bir insan olduğumu anlatır, kalkıp “ben şöyle yaşıyorum aslında” , “bunu yapmamdaki amaç; şuydu” diye anlatmaya gerek yok. Bence; insanlara 5-6 yaşındaki çocuk muamelesi yapılıyor, böyle yapılmasından yana değilim. Çünkü ben, insanların algılaması gereken şeyleri algılayabileceğine inanıyorum.
Hayatta güzel olan her şeyi yaşamayı seviyorum
Benim için hobi, hayat demek. Hayatta güzel olan her şey yaşanmalı. Mesela dalgıçlık yapıyorum, iki yıldız dalgıcım ve suyu çok seviyorum. Doğayla çok içiçeyim. Çok fazla bilinmeyen, tanınmayan yerleri görmeyi ve bilinmeyen insanları tanımayı içiçe olmayı seviyorum ama yine kendimi saklayarak gibi bir ikilem de yaşıyorum. Çünkü çok fazla insanlarla içiçe olmaya başladığınız zaman kendinizi kaybediyorsunuz. Oysa ben kendinizi kendinizde tutmanız gerektiğine inanıyorum. Ancak böylece iç dengelerinizi kurabilirsiniz. Ben, ben olmaya ve içimdeki beni korumaya çalışıyorum. Yoksa benlikten çıkarım. Tabii bunlar benim iş kolumla ilgili. Çünkü bende bir tane Toprak var, bir tane Toprak Sergen var. Oynadığım bir dolu karakter var. İnsanlar o rolleri farklı yorumlarken, Toprak’ı nasıl algıladıysa onu ona göre yorumluyor ve Toprak Sergen’i farklı yorumluyor. Bu tamamen onlara kalıyor yani.
Bir sanatçı için edebiyat olmalı..
Edebiyatın hayatımda çok önemli olduğunu düşünüyorum ve okumayı çok seviyorum, eğitimin de çok önemli olduğuna inanıyorum. Zaten bunlara inanarak bunca zaman eğitim gördüm. Çok sevmeme rağmen fazla zaman ayırabildiğimi söyleyemem. Çok az zamanım oluyor. Sürekli bir şeyler üretiyorum, dolayısıyla hep üretime yönelik düşünüyorum. Belli bir birikim dönemini bitirmiş durumdayım ve artık üretim aşamasındayım. Anlatacak ve yapacak çok şey var, bizim kuşağımızın anlatacak çok şeyi var. Artık yeni bir dil oluşması gerekiyor ve bu dilin hayata geçmesi. Bunu ancak şimdi yapabiliriz. Zamanı geçirdikten sonra hiç bir şey yapamayız. Bunların dışında okul yıllarımda dramatik yazarlık dersleri almıştım. Senaryo çalışmaları yapabilecek yapıdayım. Bu yönde de çalışmalarım var ama bunların hayata geçip geçmeyeceğini bilemiyorum. Uygun bir zamanda, fırsat olduğunda belki hayata geçecekler. Yavaş yavaş bazı gelişmeler oluyor. Hep birlikte sonuçlarını göreceğiz.
Evlilik bana göre değil
Şu anda tek olarak yaşıyorum ve evlilik bana göre değil. Evlilikte eşlerin neler bekledikleri çok önemli. Bu nedenle bizim toplumumuzda farklı farklı evlilikler var. Ben Türk toplumunun evlilik anlayışını bir kalıba koyamıyorum. Bence herkes kendi yaşantısını yaşıyor ve kendi evlilik anlayışını oluşturuyor. Ama bildiğim bir şey var evlilik kesinlikle bana göre değil.
Burçlara inanmam…
Ama bazen “belki de doğrudur” diyorum. Ben bir oğlak burcuyum. 3-4 sene önce kız arkadaşıyla birlikte bir arkadaşımı gördüm. 30 saniye falan konuştuk. Yanındaki kız hemen: “A! siz Oğlaksınız” dedi. Ben de. “ben burçlara inanmam ki” dedim. Kız: “tabii inanmazsın, çünkü sen bir Oğlaksın” dedi. Ben bilmiyorum ama herkes Oğlak burcuna çok uyduğumu söylüyor. Belki de doğrudur. Sonuçta ben burcumdan memnunum. Doğumumda ilginç olan bir şey var ki, o da 1 Ocak doğumluyum ve doğduğumda bayram ezanları okunuyormuş, bu bana göre çok ilginçtir. Bir tarafta Hrıstiyanlık, bir tarafta Müslümanlık ?
Ben bir gece insanıyım.
Geceleri daha çok zihnim açılır ve yaratıcı olurum. Hani gündüz tipi mi, yoksa gece tipi mi derseniz, ben tam bir gece tipiyim. Yine de iş hayatının gerektirdiği şekilde sabah 09.00′ da kalkıyorum ve geç saatlere kadar çalışıyorum. Üzerinde çalıştığımız iş hangi saatlerde ise, o saatlerde yine de verimli olabiliyorum. Eğer film çekiyorsam o zamanlarda kaçta yattığım, kaçta kalktığım hiç belli olmuyor. Bazen iki üç saat uyuyarak üç gün falan çalıştığımız oluyor. Bunların harici zamanlarda 09.00’da rutin olarak kalkarım ve çalışmaya başlarım. Ama geceyi seviyorum. Eğlence anlamında ise gece hayatını sevmiyorum.
Bir şeyler yemek, eğlenmek için çok sessiz, keşfedilmedik yerleri tercih ediyorum. Favori yerim Arka Bahçe.
Burada kendimi çok rahat hissediyorum. Dinleniyorum, deşarj oluyorum, ister oturuyorum, ister yatıyorum. Kimse gelip rahatsız etmiyor. Daha çok rahat ettiğim yerleri tercih ediyorum. Bir arkadaşımın İstiklal Caddesi’nde mekanı var “Lada”. Oraya gitmeyi seviyorum. Bunların dışında Polenezköy, Poyrazköy, Riva, Ağva, Şile, Ömerli, Kıyıköy tabii ki Arnavutköy, Kuruçeşme, Hacıosman Bayırı’nın arka tarafları, Küçükçekmece’nin bazı doğa içinde yerleri var, oraları seviyorum. Daha çok doğayla içiçe olduğum yerleri tercih ediyorum. Bunların dışında dalışa gidiyorum. Eğer müzik dinleyeceksem Gode ve Cantina’yı tercih ediyorum. Herkesin gittiği, trendli yerleri ise çok fazla sevmiyorum açıkçası. Kapalı ve klostrofobik yerleri de fazla sevmiyorum. Sigara dumanı falan istemiyorum. Yani rahat olmalı, havadar olmalı. Ben nasıl yaşıyorsam öyle olmalı. Bu yerler, saatlerine, duruma göre değişiyor tabii ki. Ama genelde tercihlerim bunlar.
Tam bir doğa aşığıyım.
Doğayı ve doğadaki her şeyi seviyorum. Bütün hayvanların iyi ve güzel olanlarını seviyorum. Bir su aygırını, bir fili, bir yılanı ve bir böceği de seviyorum. Ama iyi olması koşulu ile yani bir fil, bir fil gibi olmalı. Bir su aygırı, su aygırı gibi davransın kesinlikle severim. Bir keresinde İğneada’da bir buçuk saat falan bir semender ailesine bakıp ne yapıyor bunlar diye izledik. Bir süre sonra onlar da bize alıştı. Çember çizdiler “burası bizim” dediler, Birisi öbürünün sırtına elini attı ve sanki “bu da bizim hanım oluyor” gibi duruyordu. Bir diğeri öyle ters ters bize bakıyordu. Yani samimiyeti bayağı ilerlettik. Zaten bir köpeğim var adı Su. Dört elementin birincisi ben Toprak ikincisi ise O. Bir de ateş ve hava olacak bakalım.
Tanımlamalar, genellemeler anlamsız
Hayattaki tanımlamaları anlamıyorum ve hiç bir şeyi tanımlayıp genelleyemiyorum. Ben olayları ve nesneleri ufak parçalar halinde ele almayı seviyorum. Çünkü her şeyin kendi düzeni içinde bambaşka bir durumu, düzeni var. Dolayısı ile onu görmek ve teşhis etmek lazım. Belki oyunculuktan mıdır nedir bireyciyim ve bireylere önem veriyorum. Bütünsel hareketlere inanmıyorum. Hayatın tekil yaşandığına inanıyorum. XGeneration meselesinin Türkiye’ye gelip oturduğuna ve bu nedenle herkesin tekilleştiğine, ferdileştiğine inanıyorum. Bana göre; hiç bir şey siyah, hiç bir şey beyaz değildir.
Tiyatrocuların da hayranı oluyormuş..
Biliyorsunuz Türkiye’de şarkıcıysanız çok fazla tanınırsınız ama tiyatrocu o kadar tanınmaz. Şarkıcıların kendilerini parçalayan, onlar için ağlayan fanatik hayranları vardır. Bir tiyatrocu böyle bir manzarayla fazla karşılaşmaz. Ben hayranlarımla çok daha duygu yüklü şeyler yaşayabiliyorum. Bir keresinde Ankara’da kan kanseri bir kız vardı. Bir şekilde bana ulaştı ve ben de kendisine bir mektup gönderdim. Çok sevinmiş. Tabii onu sevindirmek beni mutlu etti. İletişim kurma biçimi bana çok ilginç geldi. Mesela Urfa’ya gittimde gördüm ki, çok tuhaf bir şekilde insanlar beni tanıyorlar. Çok şaşırdım. Çünkü benim kültürümde Doğu yok. Ondan sonra biraz daha güç kuvvet geldi bana. Bütün bunları gördükçe gurur duyuyorum ve beni takip eden çok geniş bir kitle olduğunu biliyorum. Bu gerçekten gurur verici demek ki benim gibi düşünenler de var. Yani yeni, çağdaş, farklı ve kendini daha başka türlü ifade eden, bireyci insanların olduğunu göstermeye çalışıyorum zaten. Bunlarında görülüyor olması çok güzel bir şey. Çünkü onları da temsil ediyorsunuz.
Toprak Sergen’e teşekkürler …
BÜTÜNÜ SAHİBİNE AİTTİR..İSTEDİĞİ ZAMAN GERİ ÇEKEBİLİR VEYA KALDIRABİLİR