KAYNAK: Seaway Dergisi
“Her yerde rastlayabilirsiniz Toprak’a; dağların zirvelerinde, göğün maviliklerinde, dans pistinde, sahnede, sinema salonunda, televizyonda… ama en çok da deniz kenarında. Çünkü…”
Arnavutköy sahilinde buluştuk Toprak Sergen’le. Dalan, tırmanan, uçan, adeta yerinde duramayan Toprak’la denizi konuştuk. Aslında ortak bölen deniz olunca daldan dala konduk; deniz, tekneler, dalış, Boğaz, film endüstrisi, turizm, doğa, sosyal sorumluluk… bir ucundan girdik, diğer ucunu bulamadık, ortalarındanbir yerden çıktık.
H.T. Hatırlarsan tanışmamız da deniz vesilesi ile olmuştu, Uluslararası Deniz Kültürü Festivali’nin resepsiyonunda. Nerede, nasıl başladı denizle ilişkin?
T.S. Babam, dedelerim… sayısını bilmediğim kuşaklardır Büyükdereliyiz. Babamın Kuşadası Güvercinada’daki klübünde daha iki yaşında yüzmeyi öğrendim. Korkmak bir tarafa, sürekli denizde, sürekli denizleydim. Deniz ailemizin bir parçasıydı. Hatta daha doğrusu doğa hep bir parçamızdı. Adım dahi dört elementten payıma düşen…
H.T. Alışılageldik, kifayetsiz bir soru sorayım; senin için ne demek deniz?
T.S. Klişe cümlelerle yanıtlanamayacak bir şey deniz. Tek bir cümleyle nasıl ifade edilebilir? Haksızlık olur. Mesela, burası, Akıntı Burnu en sevdiğim yeridir İstanbul’un. Arnavutköy yaşamayı seçtiğim yer. Her fırsatta suyun altına bırakıyorum kendimi. Yani yaşamımın kıyısı, köşesi deniz.
Hatta her fırsatta, elimden geldiğince korunması adına yapılan alışmalara destek olmaya çalışıyorum kendimce. Belki de en önemlisi, bunu bir görev ya da sorumluluk olarak görmüyorum.
İnsan olmanın, gerçekte doğanın bir parçası olmanın doğal bir gerekliliği olarak görüyorum.
Hatta doğrusunu istersen sadece deniz değil, doğanın bütünü için böyle düşünüyor, böyle hissediyorum.
H.T. Deniz konuşuyorken, hele ki Osmanlı Caddesi’nin kenarında konuşuyorken teknelere atlamamak olmaz sanki…
T.S. Kesinlikle bir teknem olacak. En çok istediğim şeylerden biri olsa gerek. Türkiye’de hala lüks tüketim sınıfında görülüyor olması can sıkıcı. Oysa bir deniz şehrinde yaşıyoruz. Çok daha ulaşılabilir olmalı tekne fiyatları. Ben kendi adıma, küçük, fonksiyonel bir tekne hayal ediyorum. Ve tabi ilk iş olarak Ege adalarına doğru bir yolculuk…
H.T. Asli işine ya da seni tanıdığımız işine dönersek, sence neden içinde deniz olan yapımlar göremiyoruz? Mesela binlerce yıllık bir deniz ticaret yolunun tüm giriş çıkışlarını tutmuşken, denizlerimizdeki batıkların sayısını dahi bilmiyorken neden sualtında geçen bir dizimiz ya da filmimiz olamıyor? Hele ki bir de sualtı dünyasının uyandırdığı ilgi düşünüldüğünde…
T.S. En önemli neden vizyon eksikliği. Yani mevcut yapımcılar, önetmenler daha doğrusu bu işin endüstrisi deniz ya da sualtına aşina değil, bir vizyonları yok ne yazık ki…
Mesela bir kaç yıl önce bir sahne çekecektik. Bir kahramanlık sahnesi. Ben de kahraman dalgıcı oynuyorum. Kahraman dalgıç olacağım ama gel gör ki sualtı sahnesini çekmeye gittiğimiz yerde görüş 2-3 metre. Çekimler tamamlandığında hareket eden bir karartıdan fazlasını seçemedik. Hal böyle olunca da elde kalan boşa giden emek, zaman ve masraf.
Yapımcıların, yönetmenlerin denizi, sualtını biraz olsun tanımaları, bu alandaki potansiyeli, ilgiyi değerlendirirken biraz da bilgi sahibi olmaları gerek. Nelerin yapılabileceğini, nelerin yapılamayacağını bilmiyorlarsa dahi danışmaları gerek.
Yoksa ülkemizde gerekli altyapı fazlasıyla var. Sualtı yapımcıları, sualtı kameramanları, her ihtiyacımıza uygun sualtı ortamı… yani yine helva yapmak için ne lazımsa var ama…
Denizi ya da doğayı korumayı bir görev değil, insan olmanın, gerçekte doğanın bir parçası olmanın doğal bir gerekliliği olarak görüyorum.
Yapımcılar, yönetmenler daha doğrusu bu işin endüstrisi deniz ya da sualtına aşina değil, bir vizyonları yok ne yazık ki…
H.T. Peki ya belgeseller?
T.S. Doğrusunu istersen bu konuda her türlü donanıma sahibim. Uçuyorum, dalıyorum, tırmanıyorum, oyuncuyum… yani ne lazımsa hepsine sahibim. Ancak kanalların vizyonu öylesine kıt ki, bir “prime time” dizisi furyası tutturmuş gidiyorlar. Ya da yapacağınız işin her şeyine karışmak, kontrol etmek istiyorlar. Ama dediğim gibi, bunu yapabilecek ltyapıları, vizyonları yok ne yazık ki.
Doğru zamanda, doğru enerjilerle yapılacak bi iş zaten kendini ortaya koyar diye düşünüyorum. Hakkıyla dört dörtlük yapılan bir şey herkesi etkiler. Bakınız: Tarantino’nun hayat görüşü Alışıldık söylemin ötesinde bence sorun maddi kaynak değil, belgesele şans tanımak. Bugün televizyon dizilerinin endüstriyi getirdiği durum ortada. Sürekli düşen kalite, dünyanın hiç bir ülkesinde rastlayamayacağınız yayın süreleri ve sürekli bir rating baskısı.
H.T. Gelelim turizm ile olan profesyonel geçmişine. Ne oldu, ne bitti? Nasıl başladı, neden sona erdi?
T.S. Kaş’ta dört yıllık keyifli bir deneyimdi benim için. Çok güzel zaman geçirdim. Doya doya daldım, hatta neredeyse her taşını ezberledim Kaş’ın sualtının. Bucak denizinin kıyısında olabildiğince doğa dostu bir işletmeydi aslında tesisim. Ahşap bungalovlardan oluşan ve müthiş bir panoraması olan. Kaş’ın inanılmaz sualtı zenginliklerini de göz önüne alınca gerçekten harikaydı. Önümüzden kalkıp uçarcasına kaçan stingray’ler, turna katarı gibi geçit yapan sübyeler… ve bunlar hemen iskelemizin önünde olup bitiyordu. Ama İstanbul’dan bakınca yanlış anlaşıldı benim Kaş serüvenim. “Sattı, savdı, köşesine çekildi, helal olsun!” diyerek neredeyse ikonlaştırdı beni bazıları. Oysa ben Kaş’ta toprak çapalayıp organik domates yetiştirmiyordum.
Bir işim vardı, keyifle yapıyordum. Derken bir gün aldığım bir telefonun da etkisiyle Kaş serüveni bitti. Mart ayında arayan bir arkadaşım “Gerçi sen şimdi Kaş’tasındır, nasıl da güzeldir oralar!” demişti. “Bak kardeşim” dedim, “Kaş’ta yaşayanlar yanlış anlamasınlar lütfen” “şu an Kaş’ın Atatürk heykelinin etrafında rüzgar ve sokak köpeklerinden başka bir kaç meczup var ve ben onlardan biri değilim.” dedim. Yani ikonlaştırılmayı red ettim de diyebiliriz.
Bir yere bağlanmak fikri insanın içindeki gezgini öldürür. Belki de hissettiğim buydu Kaş’ta. Oysa ben bir gezginim. Dağlar, denizler, ormanlar… tüm doğa keşfedilmeyi bekliyor…
H.T. Biraz daha konuşalım istiyorum Kaş’tan. Mesela dünya çapında bir dalış markası yaratıldı Kaş’ta. Ne dersin, bence önemli bir başarı bu.
T.S. Başarı kısmına söyleyecek fazla bir şey yok, kesinlikle bir başarı öyküsü ama Kaş’ta geçirdiğim süre zarfında bu başarı öyküsünün ne denli pamuk ipliğiyle bağlı olduğunu da gördüm ne yazık ki. Gerek Kaş, gerek tüm dalış endüstrisi için bir kaç söz etmek yerinde olur.
Alkol ve dalış ikilisinin birbirinden kesin sınırlarla ayrılması gerek. Bunun gerçekten son derece kötü örneklerini gördüm hatta yaşadım Kaş’ta. Dalan insanların ve dalış kurumlarının daha sorumluluk sahibi olmaları gerek. Bugün dünya çapında bir marka olmayı başaran Kaş sadece bir kaç kötü haberle alt üst olabilir.
Bir de tahribat inanılmaz boyutlarda. Yıllar önceki sualtı ile bugünün sualtı canlılığı arasında neredeyse uçurum var. Kaş artık domatesle değil denizle sağlıyor geçimini. Dolayısıyla en azından geçim kaynağı olarak dahi olsa korumak zorunda sahip olduğu değerleri.
H.T. Peki en gözde kaçış mekanları neresidir Toprak Sergen’in? Mutlaka görülmeli dedikleri…
T.S. Öncelikle Singapur adasının her köşesi. Bambaşka bir kent, müthiş bir liman, sınırsız alternatiflerle çevrili bir art alan. Ve tabi hemen yanıbaşındaki Tayland ve adaları kesinlikle görülmesi, yaşanması gereken yerler. Özellikle dalanlar için Phuket benzersiz bir deneyim olacaktır. Anlatmaya çalışmak gerçekten haksızlık olur. Yol boyunca göreceğiniz güzellikler de bonusu.
Türkiye denince de kesinlikle Bördübet. Bambaşka bir doğa. Daha doğrusu doğaya dair her şeyin bir arada olduğu eşsiz bir yer. Tabi Bördübet’le birlikte tüm Gökova körfezi.
Ya da o kadar uzaklaşmadan, İstanbul’da yaşayan ya da İstanbul’a yolu düşen herkes Adaların arka tarafına doğru bir uzanıp o eşsiz gün batımlarından birinde, bir balıkçı teknesinde balık tutup denizde yüzdükten sonra, canları ne çekiyorsa, çay, kahve, rakı, bira… o benzersiz manzaranın tadını çıkartmalı.
Sadece İstanbul bile saymakla bitmez ama mesela Atatürk Arboretumu var, hemen Kemerburgaz’da. Biraz da tırmanmayı göze alırlarsa görecekleri güzellikler, yaşayacakları deneyim her türlü yorgunluğa değecektir.
H.T. Peki gidilesi yerler listesinin ilk sırasında neresi var?
T.S. Kesinlikle Arjantin. Bounes Aires, tango, Patagonya… Bir ucundan diğerine Arjantin. Ve bir de Japonya. Tüm Japonya.
H.T. Son söz?
T.S. Bir Japon öyküsü vardır, bambuların gelişimini anlatan. Koskoca bambuların çok uzun yıllar son derece ağır büyüdüğünü ama sonra başdöndürücü bir hızla geliştiğini anlatan. O öyküde olduğu gibi, hiç bir şey bir gecede olmuyor.
Denizle ilişkimiz, unutulmuş deniz kültürü kavramları önce küçük adımlar, küçük kitlelerle yaşam bulmaya başlayacak, yavaş yavaş gelişecek, olgunlaşacak ve gerçek yerini bulacaktır.
Son olarak tüm insanları deniz ve doğa için yapılan tüm çalışmalara destek vermeye, sahiplenmeye çağırıyorum. Lütfen kayıtsız kalmayın, sahip çıkın, destek olun!
Öncelikle Seaway’e ve deniz ve doğa adına bir şeyler yapmaya çalışan herkese başarılar diliyorum.
Toprak sergen şu anda 20 civarında markanın hem yüzü hem sesi, pek çok eventte onu sunarken görmek mümkün. Radyo Turkuvaz’da cumartesi geceleri bir tango programı yapıyor. Dans ve özellikle tango camiasında uluslararası performansçı olabilmek için çok çalışıyor. Gizemli ve büyülü uzaklığını sürdürüyor. Hatta buna serseri gezginlik hakkımı kullanıyorum diye tanımlıyor. Ona resmi sitesi www.topraksergen.tv’den ya da Facebook ‘Toprak Sergen Severler’ sayfasından ulaşabilirsiniz.
Hakan Tiryaki – SEAWAY Dergisi, Haziran 2011
BÜTÜNÜ SAHİBİNE AİTTİR..İSTEDİĞİ ZAMAN GERİ ÇEKEBİLİR VEYA KALDIRABİLİR