KAYNAK: seker.biz
Dekatloncu Gibiyim
Türkiye onu, yabancı dizi ve filmlerdeki seslendirmeleriyle tanıdı. Enerjik ve eşine az rastlanır ses rengiyle dünyamızda yer eden oyuncu Toprak Sergen ile Arnavutköy sırtlarındaki sevimli ahşap evinin bahçesinde; hayat, oyunculuk ve tutkularının peşinden gitmek üzerine samimi bir öğleden sonra sohbeti.Kendime şunları sormaya çalışıyorum: Hayat sana nerede güzel geliyor? Ne yaptığın zaman kendini özgür ve farklı hissediyorsun?
Artık televizyon dünyası denilen o büyük imparatorluktan geriye pek bir şey kalmadı. You Tubedaki izlenme oranlarına bakmak yeterli.Birçok şapka takıp çıkarıyorsun: Oyunculuk, seslendirme, dans, outdoor Bütün bunlar bir arada nasıl gidiyor?
Kendimi bir kaleidoskopa benzetiyorum. Veya dekatloncuya. 10 ayrı disiplinde birden iyi olman gerekiyor; uzun atlama yapmak, uzun mesafe koşmak, ok atmak gibi Bazılarında iyisin, bazılarında değilsin. Ama önemli değil; bunların hepsini öğreniyorsun ve bir arada götürüyorsun. Ben de böyleyim. Hayatımda mümkün olduğunca birbirine değen şeyleri öğrenerek ilerlemeye çalıştım. Hayatım boyunca uyguladığım standart bir modelim var, o da şu: Mesela çocukluğumdan beri seslendirme yapıyorum. Kayıt masasını kullanmayı öğreniyorum mesela. Bir işe girdiğim zaman sadece görünen, önde olan kısmını değil, görünmeyen kısmını da öğrenmeye çalışıyorum. Bir de aynı tip ikinci bir şeyi yapmamaya çalışıyorum. Sabah kuşağı programı yaptım mesela. Ünlüler çiftliğine katıldım; onu da bu gösteri dünyasının disiplinlerinden biri olarak tanımak için. Bir dolu şey yaptım; habercilik hariç. Çünkü ondan hiç anlamam. Oyunculuk namına da ne varsa yaptım: Çocuk programı, sabah kuşağı, belgesel, seslendirme, arkası yarın programı, ağa dizisi, bey dizisi, şehir dizisi, yarışma programı Televizyon açılışında İstiklal marşı, bir de program kapanışında gece aerobiği; bir onları yapmadım. Albüm adında bir albümüm de var mesela. Bunların hepsi aşamalardı. Bir şeyi tekrar etmem için, çok özel olması lazım.Bazı insanlar ise tek bir disiplini seçiyor; onları bıyığından, giydikleri siyah takım elbiseden tanıyabilirsin. Oyuncu bile olsalar, değişmekten korkuyorlar. Sakal bıraktım, kimse beni tanımadı diyorlar mesela. Halbuki ne güzel! Tanınmanın büyüsü çok tehlikeli bir şeydir. O havaya çok çabuk kaptırabilir insan kendini. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesi oyunculuk bölümünü birincilikle kazandım, birincilikle bitirdim. Oyunculuk bölümündeki insanlar da kendilerini dünyanın merkezi gibi görüyor. Oyunculuk tabii ki çok eğlenceli, insanlarla bambaşka şekilde iletişim kuruyor, farklı çağlara gidiyor, farklı karakterlere bürünüyor, bir nevi tanrıcılık oynuyorsunuz. Ama müzik ve sinema da aynı derecede önemli sanat dalları. Bir yere takılıp kalmak istemiyorum o yüzden. Üstelik, bir tek bizim mesleğimiz var ki herkes saldırma hakkına sahip görüyor kendini. Sosyete güzeli, hiçbir işi olmayan, ocu, bucu, simitçi, kahveci, gazozcu Bir de sonra gelip bana soruyorlar, sen bu dizide veya filmde nasıl bu isimle oynuyorsun diye. Bunu bana mı sormalılar, o kişiye mi? Bütün bu dış etkilere kendimi kapatıp kendime şunları sormaya çalışıyorum: Toprak, senin ne eksikliğin var? Hangi konuda kendini geliştirebilirsin? Hayat sana nerede güzel geliyor? Ne yaptığın zaman kendini özgür ve farklı hissediyorsun?
Bir ara güney sana daha iyi geldi sanırım.
Birkaç yıllığına Kaşa yerleştiğin dönem nasıldı?
Kaşta bir butik otel konsepti yarattım; daha hiç kimsenin internetten rezervasyon yaptıramadığı; seyahat acentasına kolunu bacağını kaptırdığı zamanlardı. Ve sonra birden, güney ütopyası idolü oldum. Sektörde ve çevremdeki bazı insanlar beni bir rafa yerleştirdiler. Mesela o dönemde, mart ayında biri yeni bir film için telefon ediyor. Teklifi getirir getirmez, Gerçi sen şimdi Kaştasın; gelebilir misin? diyor ardından. Şimdi, Kaşta mart ayındaki tabloyu birlikte hayal edelim: Ortada bir Atatürk heykeli, etrafında döne döne dolaşan üç beş çöp, üç dört sokak köpeği… Soba başında durup ısınan beyaz saçlı üç beş kasaba sakini ve ben! Beni bu manzaraya dahil etmek size yakışıyor mu? diye cevap verdim. Bir ortasını bulamıyoruz, bizde her şey ya siyah, ya beyaz oluyor.
İşte bu oldu, dediğin ve seni tam olarak ifade eden işin hangisi?
Hiçbiri. Olmak hayattaki en tehlikeli şey. Tüm dünyada olduğu gibi, yüzde 10-15 civarında bir kesim, yaptıklarımı zaten beğenmeyecek. Yüzde 10-15 civarında kesim abartacak. Geriye kalanlar Eh, fena olmamış diyorsa, zaten tamamdır.
Yüksek performans gerektiren bir işin var.
Kendine nasıl bakıyorsun? Özel bir sağlık veya beslenme formülün var mı?
Altı ayda bir kesinlikle check-up yaptırıyorum. Hacettepenin dekanı ve beslenme bölüm başkanı ile birlikte, bir özel sektör markası için sağlıklı yaşam ve beslenme konulu bir kampanyada 9uncu yılı tamamladık. Onlar anlatıyorlar, ben de etkinliğin sunucusu ve yüzü oluyorum. Bu arada birinci elden, kişisel sağlıkla ilgili çok iyi bilgiler edindim. Doğru zamanda doğru müdahale etmek gerekiyor her şeye; sıkıntıları erkenden çözmek gerekiyor.
Son dönemde, internet televizyonu üzerindenDoğa Seni Çağırıyor adlı bir belgesel serisi yapıyorsun. Bu program nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?
Şu çok önemli. Doğa bize baktığında, biz nasıl görünüyoruz? Bir an için durup düşünelim. Doğa da bize bakıyor. Sistemi bozarsak, bir anda Ayamama Deresi gibi taşıverir, çığırımızdan çıkarız. Doğa Seni Çağırıyor serisinde tipik belgeseller yapmıyoruz; o zaman kimse izlemez. İnternette yayınlamayı seçmemizin nedeni; artık televizyonun rol modeli olma özelliğini kaybetmiş olması. O büyük imparatorluktan geriye pek bir şey kalmadı. İzlenilme oranlarında ise ivme tam tersi olarak sürekli yükseliyor. You Tubedaki izlenme oranlarına bakmak yeterli. Artık öyle bir grup televizyon izliyor ki, o insanlarla beyinsel olarak çok uzun boylu şeyler paylaşmak mümkün değil. Büyükçekmece taraflarında bir yerde film çektiğimiz sırada, bir evde reyting ölçme aleti denen o tuhaf nesneyi gördüm. Televizyonun karşısında 15 yaşında bir kız çocuğu; ekrana dalıp gitmiş. Ne izliyorsun, dedim. Bilmem, dedi. Neyi seyretmeyi seviyorsun, dedim. Fark etmez, dedi. Yani önüme ne konursa yer, kalkarım stili. Sabah açıyoruz, akşam kapıyoruz, dedi. Nokta! Ama ülkenin genel profili bu değil, çok fazla düşünen, üreten, paylaşan beyin var aslında. Kayseride, Malatyada, Trabzonda, Egede, bir dolu ilginç insanla karşılaşıyorsunuz. Onlara haksızlık ediliyor. Belki de bu sayede, Doğa Seni Çağırıyor serisinde internet üzerinden 100 günde 100 bin ziyaretçiye ulaştık.
Doğaya yakın bir insan mısın?
Dedem 1972 TÜBİTAK Bilim Ödülü sahibi. İki yaşındayken lacivert sularda yüzmeye başladım. Üç yaşından beri, tütün tarlaları ve zeytinlikler arasında her yıl, nereden baksan üçer ay geçirdim, ondan sonra da dünya üzerindeki her yerde dolaşmayı çok sevdim. Şu sıralar ne yapıyorsun sorusuna cevabım genelde şu olur:
Serseri gezginlik hakkımı kullanıyorum.
BÜTÜNÜ SAHİBİNE AİTTİR..İSTEDİĞİ ZAMAN GERİ ÇEKEBİLİR VEYA KALDIRABİLİR