17760 Görüntüleme

KAYNAK: Hürriyet

Sadece diziyle bir şey anlatılmıyor

Onun hızına yetişmek mümkün değil. Bir bakıyorsunuz okyanusun ortasında bir adada, bir bakıyorsunuz uçuyor, bir bakıyorsunuz dalıyor, bir bakıyorsunuz tırmanıyor. Nerde mi? www.dogasenicagiriyor.tv de! Oyunculuk, sunuculuk, televizyon programları, radyo programları, reklam seslendirmeleri, sahne klasikleri… Şimdi de bizi doğaya çağırıyor! Adı bile doğadan… Hayatta her şey ‘Toprak’ta başlıyor, ‘Toprak’ta bitiyor. Bu sohbet de Toprak’la başlıyor, doğa ve hayatla devam ediyor. Bildiğiniz kadar bilmediğiniz yönleriyle karşınızda Toprak Sergen!
Onunla sözleştiğimiz saatte Arnavutköy sırtlarındaki evinde buluşuyoruz. Maviyle yeşilin tonlarının ortasında, sağlam TOPRAK’ları zemin aldığı, kendine yarattığı doğal dünyasında… Biz konuşurken evin penceresinden kuşlar giriyor cıvıltılarıyla. Saksıdakiler de kokularıyla… Geriye ne kalıyor peki? Doğal ve keyifli bir sohbet. Buyurmaz mısınız?
Oyuncu kişiliğini bildiğimiz Toprak, bu kez sporcu ve maceracı yönüyle karşımızda. www.dogasenicagiriyor.tv aracılığıyla… Greenpeace, Facebook, Tivibu’da da bayağı çok takip ediliyor. Bu proje hangi düşünce toprağınızda, nasıl filizlendi?
Farklı bir şey yapmak istiyordum. Neyi yapayım diye düşünüyordum. Hangi kategoride bir şeyler yapsam diye… Sonra… Doğayla ilgili bir şey yapmak… Sadece doğa da değil, adımın içinde doğa var. Bu bir bakış açısı. Biz insanlara şunu anlatmaya çalışıyoruz, bak mesela burada doğadan bir takım unsurlar var (o sırada pencereden evinin salonuna uçan kuşları ve bitkileri göstererek) kuşlar, bitkiler, bir ayda 4 mevsim… Eğer bunları algılayabiliyorsam, eğer bunları duyabiliyorsam, sen görebiliyorsan bunlar sana bir şeyler söylüyor aslında. Bazı insanlar ‘Benim elimden hiç bitki yetişmez.’ der mesela. Mümkün değil, kuralları bilmiyorlardır. Doğa, bize bir şekilde bir şeyler söylüyor.
DOĞA BİZE BAKTIĞINDA NE GÖRÜNÜYOR, BİZ DOĞADAN NASIL GÖRÜNÜYORUZ?
Siz de doğanın sesini insanlara duyurmak üzere yola çıktınız. www.dogasenicagiriyor.tv yi hayata geçirme sürecinde neydi sizi en çok cezbeden?
Aynen… Biz doğanın ne dediğinin farkında değiliz çoğunlukla. Özellikle şehir hayatı içinde ofiste yaşayan insanlar… O insanlar da doğada bir yerlere gittikleri zaman büyük bir mutluluk yaşıyorlar. Piknik yapmak, denize gitmek, şöyle bir çıkıp dolaşmak, insanları mutlu eden bir şey. Ben de bunu düşündüm; doğa insanlara mutluluk veriyorsa ve hiçbir doğa programı yok ortalıkta. Olan programlarda şuna dönmüş durumda; ya bir takım insanlar yemek yiyor, bir yerlere gidip ısrarla yemek yiyorlar, ya da eski TRT formatı kadın çıkar, 150 kilo olmuştur zaten. Arkadaki kaleyi gösterir ‘Şu arkamızdaki kale’ der. Olmaz, o anda o kaleye çıkıyorsun ve diyorsun ki ‘Şu an üstünde bulunduğumuz kaleden manzara’ veya neyse suyun altına inmek istiyorsan iniyorsun. Parmağınla göstererek ‘Şurada 25 metre aşağıda…’ demiyorsun. Bir de şu var; doğa bize baktığında ne görünüyor, biz nasıl görünüyoruz? Çünkü doğayla iç içe olursan hem mutlu olursun hem dengeli olursun hem sağlıklı olursun. Çünkü doğallaşırsın, öbür türlü ‘mış gibi’ görünmeye başlarsın.
İNSANLARA SADECE DİZİYLE BİR ŞEY ANLATILMIYOR Kİ!
Peki bu tür bir alternatifi neden televizyondan değil de internetten…

Televizyon kanalları başka perspektifteler. Televizyon dünyası ne yazık ki birbirini tekrarlayan diziler, programlardan oluşan bir çatıya dönüşmüş durumda. İnternetin gücü televizyonun gücünden çok daha büyük. İş ki, sen ne yapıyorsun, insanlara ne anlatıyorsun? Televizyonun şansı var, çok büyük televizyon, onun karşısına çıkılmaz diye bilinir ya. Hayır öyle değil artık, sistem nasıl internete döndü. Bir sürü program indiriyorsun, haber indirebiliyorsun. İstediğin yerde, istediğin bilgiye ulaşabiliyorsun. İnternetle, istediğin anda dünyaya ulaşabildiğin için, buna alternatif oluşturmak gerekiyor. Televizyona iş yaptığımı düşün bir de. O dizilerden birinde oynadığımda ne olabilir? En fazla şu olabilir, ‘Toprak şahane bir dizide oynuyor’ O halde aynı şeyi niye tekrar edeyim. Ki ayrıca diziler de yaptım zaten. Çeşitli aile dizilerinde, yok ağa dizisi, yok komedi dizisi, yok köy dizisi… Bunları tekrar etmemin faydası ne? Ben kendi adıma güzel bir şeyler yapmak istiyorum ve farklı bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Bir yaptığımı bir daha yapmamaya çalışıyorum. Bu proje de tabii ki zaman alacaktır, beklemeyi gerektiren bir şey. Bazen iyi dizi yayından kalkıyor, parametreleri kontrol edemiyorsun. Sadece dizi konuşulmasını istemiyorum. İnsanlara sadece diziyle bir şey anlatılmıyor ki!
AYNI ŞEYLERİ TEKRARLAMAK DÜNYANIN EN SIKICI ŞEYİ!
Aynı şeyleri yapmak, kendini tekrarlamak size göre değil asla.
Aynen… Her zaman aynı şeyleri tekrarlamak dünyanın en sıkıcı şeyi. Eminim çoğu insan da hep aynı işi yapmaktan çok sıkılıyor. Farklı bir şeyler yapmak gerekiyor. Bu değişiklikleri yakalayabilmek için koşuyorsun, yoruluyorsun. Ama sonuçta insanlara başka bir perspektiften bir şey anlatır hale geliyorsun. İnternet televizyondan büyüktür. Hayat internet ve televizyondan da büyüktür. Bu iş televizyonda olmazdı.
TELEVİZYON KANALLARININ BAKIŞ AÇISI SIĞ VE DAR!
Niye?
Televizyon kanallarının bakış açısı sığ ve dar! hep aynı perspektiften giriyorlar ve aynı şey çıkıyor ortaya. Üç saat süren diziler, konuşsan da olur konuşmasan da olur tarzındaki sabah kuşağı programları… Tabii ki aralarında iyi şeyler, başarılı işler de var ama bunlar % 4 – 5’lere kadar düştü. Televizyondaki son 4 – 5 yıla baktığımızda sistemin adım adım aşağı indiğini görüyoruz. Bu da aynı şeylerin tekrar edilmesinden kaynaklanıyor. Ben 4 yıl önce dizi yaptım, ki ondan sonra dizi yapmayı bıraktım. Ha, bu, bundan sonra televizyona bir çalışma ya da dizi yapmayacağım demek değil tabii. İnsanlara farklı şeyleri anlatmak çok daha önemli geliyor bana. Geçen yıl ‘NTV Sahne Klasikleri’ni yapıyorduk. Bir tiyatro oyununu uzatmadan alıp 25 dakikada anlatabiliyormuşuz. Çünkü artık insanlar hızlandılar. Hayat çok hızlandı. İnternet üstünde istediğin şeye tak diye anında ulaşabiliyorsun. O halde 2,5 saatlik bir oyunu televizyonda veya başka bir mecrada izlettiremezsin.
Peki bu düşüşün sebebi ne olabilir?
Bunun sebebi bizim insanlarımızın yeteneksizliği değil. Çok iyi oyuncular, sunucular var. Çok iyi konseptler var evet ama dünyada da çok iyi konseptler var. O halde bizim, dünyayı yeniden keşfetmemize gerek yok. Televizyon reytinglerinde aşağı inen bir durum var. İnsanlar farklı şeyler anlatmak zevkli geliyor bana. Bir olayı, bir olguyu, insanlara o an yaşatmak…
Carpe diem… Anı yaşatıyorsunuz izleyenlere, takip edenlere.
Bak bu dediğin de mantıklı, çok doğru. Biz canlı yayın mantığında çekiyoruz, yani yemeği o an da pişirmek ve insanlara o anda yemeği gözlemletmek. Bunun tadı bambaşka. Ben şunu çok iyi biliyorum. Antalya’da bir bölüm çektik, Geyik Bayırı diye bir yer. Yabancı turistler gelip, para verip yaban keçilerini avlıyorlarmış. Gittim o bölgeye, dediler ki, burası dünyanın en önemli üç kaya tırmanış yerinden biri. İkisi İspanya’da, bizim parkur lojistik olarak dünyanın en iyisi. Hadi bak, bundan bile haberimiz yok.
www.dogasenicagiriyor.tv. Adından dolayı belgesel tarzı bir alternatif sananlar da olacaktır.
O bir bakış açısı meselesi… Bizim yaptığımız bu güne dek var olmayan bir şey. www.dogasenicagiriyor.tv deyince insanların beyninde kategorize başlıyor; nedir, belgeseldir, bir yere gidiyor, bir şeyler çekiyor, bugüne dek görünenler hep böyleydi. Aslında alt yapı da bundan çok farklı değil. Üst yapıda da üstüne binmiş olan bir sürü katman var.
Nedir o katmanlar?
Şöyle ki… İnsanlar eğlenmeyi seviyor, onu çekerken eğlenceli kısımları işin içine katman gerekiyor. O zaman eğlenmeyi seven, herhangi bir programı izlemek isteyen insanlar da potansiyel olarak izleyici haline geliyorlar. Sadece doğa programı, sadece seyahat programı olarak kalırsan o bir süre sonra şu modele dönüyor. Az önce dediğim gibi, ya birtakım insanlar yemek yiyorlar ve onu seyahat programı sanıyorlar, masalar kuruluyor saatlerce yemek tarifleri program bitiyor. Ya da gereğinden fazla spor adamı, doğa adamı ‘Bak ben bu böcüğü tuttum yiyorum’ ya da ‘Pitonu boğazımdan içeri saplarım, dışarı çıkarırım’ mantığıyla bakanlar…
Peki doğa aşkın ne zaman başladı?
Doğduğum anda, ismimle… Adım Toprak (Kahkahalar…) Babam, annem, aile, çevre… Sonra sen bu sorumluluğu paylaşıyorsun çok keyifle. Sadece doğa cephesinden de bakmamak gerekiyor. Şehir hayatı insanları kilitledi biliyorsun. Trafik, ofis, odada kapalı bir düzen içindesin, klima filan… Sağa, sola bak her yerde çiçek vardır. Bakın o çiçeklere, toprağına parmağınızı dokundurun eğer kuru değilse ben adımı değiştiririm. Bir de çiçeğine sapına bir şeyler bağlayıp boğarlar. Ya o çiçeği sıkma, sula, doğru yere koy, o sana güzelliğini sunacaktır zaten.
AÇIK DENİZDE BAŞLAYINCA ONDAN SONRA HER YERE DALIP ÇIKABİLİR HALE GELİYORSUN!
Deniz ve dalma tutkunun başlaması hangi döneme rastlamakta?
2 yaşındaydım, Güvercin Adası’ndaydık. Babam orda kulüp işletiyor, Yeşilçam’da filmler çekiyor, 55 filmi var o sırada. Bir gün nasıl olmuşsa Güvercin Adası’nı almışlar. İstanbul’dan insanlar gelip gidiyor. Ama bu gece böyle. Gündüzleri de, etraf yemyeşil, sadece bana ait taş bir havuzum var. Kocaman bahçe vardı, bahçeyi sulayıp duruyordum. Akşamüstü de babamın mayosuna tutunurdum, Güvercin Adası’ndan atladığımız gibi açık deniz ve teknelerin arasından yüzerek lacivert derinliklerde öğrendim yüzmeyi. Doğa ile birlikte bir anı… Zaten açık denizde başlayınca ondan sonra her yere dalıp çıkabilir hale geliyorsun. Ama unutamadığım şu mayoya tutunup hani aşağıya bakamazsın ya… Ama bunun gizini ve güzelliğini keşfedince de…
www.dogasenicagiriyor.tv aracılığıyla pek çok aktiviteye katılıyor, ilginç şeylerle karşılaşıyorsunuz. Peki, seni en çok etkileyen, ‘İyi ki buradayım, iyi ki bunu yaşadım. İşte bu!’ dediğin aktivite ya da olay nedir?
Ya, onu çok yaşıyorum biliyor musun? Programın bölümlerini seçerken gittiğim yerde nelerle karşılaşacağımı üç aşağı beş yukarı biliyorum. Dalmak, uçmak, yüzmek, insanlarla sohbet etmek, doğanın içinde olmak, ilginç insanları tanımak… Her şeyi bırak, başka başka yerler görmek… Bunların hepsi bana işte ‘İyi ki buradayım’ dedirtiyor.
Bir hafta uçuyor, bir hafta dalıyor, bir hafta tırmanıyor, bir hafta okyanusun ortasında karşımıza çıkıyorsunuz. Bu tempoya yetişirken heybenize attıklarınız arasında neler var?
O kadar çok ki… Sadece bir bölümde insanlardan öğrendiklerim, insanların yaşantıları, anlattıkları hep bana bir şeyler katıyor. İnsanlara bunu aktarmaya çalışıyorum. Ortak yayın olsun, bu güzellikleri herkes paylaşsın, herkes yaşasın diye düşünüyorum.
Ana Sayfa – Toprak Sergen yi de açtınız. Neler olacak bu topraklarda? Nelerle karşılaşacağız, ekranlardaki ‘Toprak’’a ayak bastığımızda? (Kahkahalar…)
Aslında bunun sonucunda bir dolu toprak var hakikaten. Dizi, film, sahne klasikleri, o, bu… Bunlardan hepsinin parçacıklarının veya bir bütünü görebilecekler. Şimdi www.dogasenicagiriyor.tv ile Ana Sayfa – Toprak Sergen de beraber yürüttüğümüz anlar var. Aynı zamanda Tivibu izleyicileri de takip edebiliyor. Aynı anda çift ekran açılıyor. Bu bölümde ‘NTV Sahne Klasikleri’nden bizim işe giriyor, doğayı takip eden insan. İnsanlara tiyatroyu anlatmak, filmi anlatmak… İşte o zaman toplu anlatım dili… İşte o zaman senfoni orkestrası olabiliyorsun. İşte o zaman kaleydoskop oluyorsun. İnsanlar sana baktığı zaman. Bazen ‘Toprak nerdesin’ diyorlar. Diyorum ki nerden baktığınıza bağlı.
Bakmakla görmek arasındaki fark yani.
Aynen… Ne güzel söyledin Melike. Şu açıdan beni görüyorsun yan dönmüş olsam beni göremezsin. Perspektif meselesi…
MUTLU OLDUĞUMDA ŞAKIYIP DURURUM!
Programlarınız bir yana yüzünüzün, oyunculuğunuzun yanı sıra sesiniz de tanınıyor. Festival sunuculukları, reklam seslendirmeleri de yapıyorsun ve ödüller de alıyorsun bunlarla ilgili. Peki mutlu olduğunda ve de üzüldüğünde, iki ayrı durumda Toprak’ın iç sesi kendisine neler söylüyor?
Ben mutlu olduğumda sorun yok, şakıyıp dururum. Mutsuz olduğumda kendime ait bir sistemim var kapalı düzen bir tipim. Bu evin düzeni de öyle. Beni bir yerlerde göremezsin, sağda, solda göremezsin. Üzüldüğüm anda da kendi dünyamın içine çekilirim. O zamanlar ‘Eksiklik nerde?’ diye bakmak gerekiyor. Çünkü başkalarına saldırmak çok mümkün, muhtemel. Onu kendine döndürüp bakmaya başladığın anda anlıyorsun, kendini geliştiriyorsun. Hakikaten bu dünyada pek çok kötü insan var biliyorsun. Çoğunluğumuz kötü ne yazık ki. Ama şöyle düşün; kafayı ona taktın, onunla bir elektrikli enerjiye girersen sen de kötü kategorisine girdin artık. Sen de o noktadasın. Onun yerine iyiliklere bakıp, pozitif şeylere baktığın zaman ilerleyebiliyorsun ve iyi noktalara doğru gidebiliyorsun. Ben çoğunlukla bardağın içinde azıcık bir su kalmış olsa bile suyun dolu tarafını görenlerdenim.
DOĞANIN KUCAĞINDAYKEN, HAYAT SANA GÜZEL YÜZÜNÜ GÖSTERİYOR!
Hayat sana hangi yüzünü gösterdiğinde kendini doğanın kucağına atarsın peki?
Hayatın bana pek yüzünü göstermesine gerek kalmıyor, doğanın kucağına atlamak için. Doğanın kucağındayken de hayat sana güzel yüzlerini gösteriyor.
www.dogasenicagiriyor.tv aracılığıyla sen bizi doğaya çağırıyorsunuz, yoğun tempodasınız. Peki ‘NTV Sahne Klasikleri’yle adınızdan başarıyla söz ettirmiş biri olarak; oyunculuğunla, tiyatroyla bizi sanata çağıracağınız bir proje müjdesi verecek misiniz?
Yani aynı anda birçok işi yapmak kafa karıştırıyor. NTV Sahne Klasikleri’ni yaparken de başlı başına ona konsantre olmuştum. O ara başka teklifler de geliyordu. İnsanlar diyor ki; ne olacak 2 günde çekiyorsun geri kalan beş günün boş. Değil. İşte ezber yapıyorsun, hazırlık yapıyorsun. Hayattaki diğer şeyler var, onları modere etmeye çalışıyorsun.
TİYATRO İNSANIN KARISI GİBİDİR! KENDİSİNDEN BAŞKA BİR ŞEYE İZİN VERMEZ!
Yakın zamanda tiyatroda izleyemeyeceğiz yani sizi?
Şu an yok. Tiyatro, insanın karısı gibidir. Kendisinden başka bir şeye izin vermez! Tam konsantrasyon gerektirir. Hayatını vakfetmen gerekir. Prova periyodu çok ama çok önemlidir. Yoksa yapmış olmak için yapıldığında; sahneye çık, kafa başka tarafta, laflar başka tarafta… Böyle olmamalı. Ayrıca; tiyatro sanat disiplinlerinden bir tanesidir sadece. Müzik, dans… Bunlarla etkileşmediği müddetçe tiyatroya ilgi çekme ihtimali sıfırdır. Zira; televizyon diye bir dev ve internet diye bir dünya var! Bunlarla mücadele edecek bir şey yaratmak maharet. Yoksa sen ne anlatacaksın da insanların ilgisini çekeceksin? İnsanlar evden çıkacak, trafiğe girecek, tiyatroya gelecek, iki buçuk saat oyunu izleyecek, sıkılacak ve dışarı çıkacak.
OYUN BİTER İNSANLAR ALKIŞLAMAYA BAŞLARLAR. NEDEN ALKIŞLIYORSUN ABİ?
Olay, ritmle insanları yakalamak…
Aynen… Ritm çok önemli ve çok değerli. Şöyle bir şey söyleyeyim; biz ‘NTV Sahne Klasikleri’ni yaparken ritmi çok iyi tutturduk. Hamlet, Macbeth, Cimri, 4. Murat, Dava, Tartuffe, Kral Lear gibi eserleri uzatmadan 25 dakika gibi bir sürede sergiledik. Genel anlamda tiyatroda ritmin çok düştüğünü düşünüyorum. Bizde oyun biter insanlar alkışlamaya başlarlar… Neden alkışlıyorsun abi? Ne yaptım da alkışlıyorsun ki?
NTV Sahne Klasikleri’nin öncesinde çok uzun süredir sahneye çıkmadınız sanırım.
Evet… Uzun zaman olmuştur herhalde sahneye çıkmayışım. Devlet tiyatro sisteminden zaten ayrıldım. Özel tiyatrolarda oynadığın anda onun zamanlamasına kendini uyduramıyorsun. Hayatı o tarafa döndürmek gerek. Oysa benim kafamda daha başka yollar var. Görmüşsündür, çok güzel bir reklam filmi var; adam elinde bir telefon Amerika’da bir yerde kalabalık insanlar arasında dolaşıyor, altında da şöyle bir yazı var ‘Bütün dünya bir sahnedir.’ Ben bu mantıktan yanayım; şiir okusan da albümüm var, tango yapıyorum, oyunculuk, dizi… Bunların hepsi senin performansların, insanlara bir şeyler gösteriyorsun. Sadece bir tarafa kilitlenip tek doğru tiyatrodur, sadece tiyatrodan bakmak lazım. Hayır, birçok yönde kendini geliştirip, gösterebilirsen, anlatabilirsen… İşte o zaman senfoni orkestrasına dönüşebiliyorsun. Bu, şuna benziyor; keman eğitimi almışsın, biraz keman çalabiliyorsun, performans yapabiliyorsun ama onunla birlikte diğer kemanı, kontrbası duyamadıktan sonra orkestra şefini takip edemedikten sonra, izleyici koltuğuna oturmadıktan sonra neye yaradı.
Hamlet, Macbeth, Cimri, 4. Murat, Dava, Tartuffe, Nef-i, Oedipus ve daha niceleri… Klasikleri ekran sahnesine taşıdınız ve sanatseverlerin beğenisini kazandınız. Böyle bir proje nasıl ortaya çıktı? Yani klasikleri ekrana taşımak?
25 dakikada oyunu anlatmak… Aynı şekilde NTV çizgi romanlar uygulamıştı, okuduğun zaman 25 – 30 dakikada okuyup bitiriyorsun. Günümüzdeki yaşayan insanların ritmini yakalayan bir şeydir. Ama bakıyorsun televizyonlara, bu ritm çok düştü. Uzattıkça uzatıyorlar.
İNTERNET TELEVİZYONDAN BÜYÜKTÜR!
Yıllarca süren diziler… Oysa siz 2 saatlik bir oyunu 25 dakikada anlatarak…
Yüzlerce bölümü olan diziler… Onu hiç sorma. Geçende bir arkadaşım diyor ki; abi 3 ay geçti bir ilerleme yok, neyin olduğunu biliyorum. Türkiye, en çok televizyon izleyen 3 – 5 ülkeden biri. Bizim büyüklerimizin döneminde mutfakta radyo durur ve çalardı, hep açıktır, o radyonun farkında değiller. Şimdikiler de böyle. Televizyon açık, ne oynarsa oynasın. Halbuki insanlara pek çok şey anlatabileceğin ciddi bir branş televizyon. Neyse ki internet çıktı da ona pek gerek kalmadı. İstediğini, istediğin zaman her şeyi öğrenebiliyorsun. İnternet üzerindeki yürüyen projelere bak; Doğa için çal, Öykü – Berk, daha neler neler… Şu da önemli bir şey yapıyorsun televizyonun kurallarıyla. Onu yapınca iş değişiyor biliyorsun. İnsanlar da onun içindeyken devam etmek istemiyorlar. Halbuki burada öyle bir şey yok. İnternet televizyondan büyüktür. İstediğini istediğin gibi yapıyorsun ve karşındaki de istediğini istediği zaman alıyor.
Kaleydoskopa benzetiyormuşsunuz kendinizi. Doğru tanımlama… Farklı, dolu dolu ve renkli… Tiyatro, sinema, müzik, dans… Sanatın bu kadar farklı ama aynı zamanda da yoğun etkileşim halindeki alanlarıyla iç içe olmak nasıl bir Toprak Sergen var ediyor?
İşte aynı kaleydoskop gibi. Aslında bütün bunlar bir araya geldiğinde dekatlonculuk gibi bir şey. Bir spor branşı hepsi bir biri içine bir disipline değiyor. Ama aslında hiçbiri birbirine benzemiyor. Bütün bunlar bir araya geldiğinde de kocaman bir puzzle çıkıyor karşına ve ben de o puzzle çözmeyi seviyorum.
Tangoya ilginiz başka. Tangoya olan merakınız ve ilginiz nasıl dürttü sizi?
Dürttü diyorsun öyle mi? (Kahkahalar…) Okuldayken benim en başarısız olduğum alandı dans. Okul bitince, kendi kendime dedim ki; bir dakika bu yönünü ilerlet, bununla ilgili zaman da vardı, gerçi böyle zamanlar oluyor da… Dans rumba, çaça, menenge değil… Neyi seviyorum tango. Tango olayı başladı. Sonra tangonun iki kişi için yapıldığını tespit ettim. Partnerimle beraber yıllardır devam ediyorum. Workshoplar, tango hareketlerini izlemek, antremanlar derken, partnerim kendine ait İstinye’de bir butik tango mekanı açtı. Ama tabii amaç şu; uluslararası bir performansçı olmak… Acelem yok ama mutlaka olacağım.
TANGO TUTKUNUN DEĞİL HER ŞEYİN DANSIDIR. AŞK DA ÖYLE!
Tangodaki tutku aşkta da var. Tutkuyu, heyecanı, sevgiyle harmanlayan aşk için neler söyleyeceksiniz? Aşık olunca neler değişir sizde, aşkı nasıl yaşar Toprak?
(Gülüyor) Bunu bir bilsem… Bak bunu bilmiyorum işte o iki insan karşılaşıyor sen onu görmek istiyorsun, onu gördüğünde mutlu oluyorsun falan filan… Bunları tanımlayamıyorum hakikaten. Bunu ancak dışarıdan biri söyleyebilir. ‘Aşık olunca bende şunlar değişti, yanaklarım al al oldu, vücudumda çok garip gerilme ve kasılmalar hissettim’ der bazıları. Bilmem. Bu tip tanımlamaları yapmayı bilmiyorum ve sevmiyorum. Sadece aşk denilen şeyin güzel ve eğlenceli bir şey olduğunu düşünüyorum. İçindeysen kapılıp sürükleniyorsun zaten. Dolayısıyla bende ne değişti. Orama burama bakayım ne değişti diye bakamıyorum. (Kahkahalar…) Bir de zaten yaşamaktan yanayım. Tangodaki tutku aşkta da var diyorsun ya; tango aslında bir tutkunun dansı değil. Bana göre tango her şeyin dansıdır. Aşk da öyle.
EVLİLİK AŞKI BİTİRİR. ÇOK FENA BİR ŞEYDİR. KİMSE EVLENMESİN!
Aşka aşık bir adam var karşımda. Peki evlilikte imza mıdır aşkı bitiren o büyüyü bozan?
Aşka aşık bir adamım doğru. Evlilik aşkı bitirir. Evlilik çok fena bir şeydir. Kimse evlenmesin!
HİÇBİR ZAMAN ŞU ANDAKİ ANINDA OLAMAYACAKSIN!
Sizi en iyi anlatan Herakleitos’un dediği gibi ‘Değişmeyen tek şey değişimdir’ cümlesi… Değişime kolay ayak uydurabilenlerdensiniz. Peki kendiniz ve de hayatınızla ilgili olarak asla değiştiremem dedikleriniz…
Öyle bir şey yok. Akış ya. Rahmetli anneannemin bir lafı vardı. Derdi ki bana ‘Oğlum su aşağı akar. Ben bunu anlamayınca, lisan bilmeyenlerin yol tarifi gibi, bağırarak, şöyle derdi, oğlum su diye işaretle… Anladık da, altındaki mantık ne? Sonradan anladım ki şunu demeye çalışıyor; hiçbir zaman şu andaki anında olamayacaksın. Hep hayatın akışı içinde devam ediyor olacaksın, o akışı kesemezsin ki!
TELEVİZYONDA 13 BÖLÜM HİÇ BİR ŞEY DEMEK DEĞİLDİR!
‘NTV Sahne Klasikleri’nin hayata geçmesindeki sürecinde yaşadıklarınız neler?
NTV, sağolsun ki bu tip yaratıcı bir şey yapmayı tercih etti. Gönül isterdi ki devam ettirselerdi. Özellikle televizyonda 13 bölüm hiç bir şey demek değildir. Çünkü aynı zamanda o kadar çok şey geliyor ki insan hayatına. Televizyon, sinemalar, hayatın var. Bunların arasında 13 hafta 3 ay demek. 3 ay da bir şeyi sadece tanıyorsun ondan sonra olgunlaştırmak gerekiyor.
HAYATTA HER ŞEY MÜCADELE İŞİ. ALTERNATİFİMİ KENDİM YARATTIM!
Bu işin yani tiyatronun nirvanasına ulaşma sürecinde ne gibi bir dönüşümler ve etkileşimler yaşadınız? Kırılma noktasıyla karşılaştıklarınız olmuştur mutlaka, bu yolda yürürken?
Olmaz mıııııııı? Özel bir anım var; Trabzon’a gitmiştim, Devlet Tiyatrosunda’ydım, ayrılmaya karar verdim. Bir arkadaşım ‘Ya, sen buradan başka nerde Hamlet’i oynayabilirsin’ dedi. Ben de ‘Burada Hamlet’i oynayacaksam ben Hamlet’i oynamak istemiyorum.’ diye cevap verdim. Saçına beyaz boya sürüp kendini yaşlandırmaya çalışan tipler, zor bir hayatın içinde belli bir ritmin içinde hareket etmek… Ben bu lafı ettikten sonra da NTV’de ‘Hamlet’i oynadım. Alternatifimi kendim yarattım yani. Çok güzel bir duygu. Demek ki, hayatta her şey mücadele işi. Trabzon Devlet Tiyatrosu’nda harika, bir dolu insan çok ciddi bir mücadele veriyor ama perspektif… ‘Ben artık buradayım burada ‘Hamlet’ oynayabilirim’ diyorsun. Demek ki senin zirven orası. Başka bir yer olamayacak ki!
Aslında iki saatte okunabilecek bir eserden 100 bölüm çekilen dizilerin inadına bir eseri yarım saatte anlatma başarınız tabii ki dikkat çekici. Bir eseri özellikle de klasikleri çok kısa sürede anlatmanın avantajları ve dezavantajları neler?
Çok kısa sürede anlattım. Ben şuna inanıyorum, insanların bir işe konsantre olma süresi 20 dakika. Tiyatroyu sadece tiyatro olarak anlatırsan sıkarsın. O zaman 20 dakika bir görsel bir şey koyarsın, dans kullanabilirsin veya şarkıyla anlatabilirsin. Tiyatro sahnesinden dışarı çıkabilirsin. Çünkü klasik olan Shakeaspare döneminde pazarlarda oynuyorlar. Oyuna domates atan, içki içen, tiyatro kültürüne hiç sahip olmayan düşünsene. Shakespeare’sin ve etrafında bir dolu hanzo var. Aslında tiyatronun ne olduğunu bile bilmiyorlar. Eğer anlattırabildiyse ve anlattırırken şakalar yapılıyor, şaklabanlıklar yapılıyor, farklı karakterler karşısına çıkarabiliyor. Demek ki tiyatro düşündüğümüz gibi değilmiş, doğru efekt alan hali. Şimdi internet var, dünya hızlandı. Hiç kimsenin hiçbir şeye zamanı yokken sen nasıl olur da bir insana 2 saat bir şeyi anlatıyorsun sadece nezaketinden dinler.
MOZART NOTALARI BOŞLUĞA YAZMIŞ! HAYATI BOYUNCA BİR DEFTERİ MEFTERİ OLMAMIŞ!
Çok farklı oyuncularla klasik dönem ve modern oyunları da aynı potada eriterek televizyon tiyatrosu formatına uyarlamak… Bunun oluşum ve üretim aşamasında nasıl bir yöntem izliyorsunuz?
Bu ‘NTV Sahne Klasikleri’yle ortaya çıkan, kendi ortaya çıkıyor, bu şöyle bir şey yemeğini yapıyorsun. İçine öyle bir şey katıyorsun ki, imambayıldı evet ama senin yaptığın farklı bir imambayıldı. İşte onu hakikaten bilmiyorum. Damak tadı mı, lezzet mi, bakış açısı mı, bir şekilde bir yerden yakalıyorsun. Mozart notaları boşluğa yazmış, hayatı boyunca bir defteri mefteri olmamış. O kadar üretken ki pata küte girişiyor. Keşke öyle olabilsek.
Çok çeşitli disiplinler arasında uzun bir eğitim ve öğretim süreci geçirmişsiniz. Gazi Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler’de önlisans alıp bırakmışsınız. Ardından Ankara Üniversitesi Dil-Tarih-Oyunculuk eğitimi aldınız. Sonra yönetmenlik üzerine yüksek lisans yaptınız. Eğitim alanlar kadar almayanlar da boy gösteriyor dizilerde, ekranlarda, sahnelerde. Eğitim alanlar…
Eğitim önemli bir şey ya… Biz boşu boşuna mı okuduk? Sonunda öyle bir noktaya geldik ki bir aralar ne yazık ki mankenleri dillerine pelesenk etmişlerdi. Manken de oynuyor falan. Hangi manken ya? Herkes oynuyor artık. Sosyetik güzelden tut da, kanal idarecisinin tanıdığına kadar, eski polisten tut da bilmem nereye kadar her önüne gelen oynuyor. Böyle olunca tabi doğal olarak bu noktaya doğru geldik.
Eğitimle öğrendiklerimiz evet ama ‘Şunları sahnede öğrendim’ dedikleriniz neler?
Eğitim olmazsa olmaz ama okul insana olması gerekeni anlatıyor. En azından benim okuduğum okullar Uluslararası ilişkiler falan okumuştum, hani derler ya, bir anahtar verir, doğru kapıyı açarsın, farklı bir dünyaya çıkarsın. Okul sana şunu söylüyor; işte 36 derece oda sıcaklığında her şey ideal ortamda olduğunda… Ama öyle değil işte, hayat bunun tam tersi, bir anda eksi 15 dereceye düşüyor, 45 dereceye de çıkıyor. İşte hayatın sahnesinin içinde durmak da o bana göre. Birebir fiziksel aktivitenin içerisine girmek daha önemli. Sadece eğitimle insanlar hüsrana uğruyor. Çünkü okulda zannettirdikleriyle gündelik hayat öyle değil.
Sizi sahne klasiklerinde izlerken şunu fark ettim ki; yeni, farklı, değişik, yaratıcı bir şeyin içinde olmak sizi hem üretici kılıyor hem de mutlu… Yanılıyor muyum?
Kesinlikle haklısın. Buna ekleyebileceğim tek bir şey bile yok.
Hele de bunu bütün dünyanın bir sahne olduğundan çıkarak hayat sahnesinden…
Aynen… “Bütün dünya bir sahnedir.” diyor ya Shakespeare. O duyguyla oyuncuların farklı olmasının ya da oyunların farklı olmasının -bana göre ya da bize göre- önemli olan oyun bize ne anlatıyor, biz oyunla ilgili insanlara ne anlatabiliriz, o. Yemek yaparken bir tutam o, bir tutam bu, buna benziyor. Bildiğimiz standart yemek pişirme yöntemi… Bilmem belki farklı yöntemi vardır.
NTV Sahne Klasikleri’nde; aynı oyuncuları bir dolu kalıba ve karaktere adapte etmek… Tiyatro disipliniyle ve metoduyla bu zorlu işi harmanlamak çok çarpıcı ve önemli.
Aynen dediğin gibi… E aslında aynı oyuncuları bir dolu kalıba ve karaktere adapte etmek… Bu işte benim en mutlu olduğum şeylerden biriydi. Her hafta ayrı bir tip, her hafta ayrı bir karakteri insanların karşısında oynuyor olmak, oyuncunun en büyük hayali olsa gerek ve de oyunculuk okulunda iken hocalarımız deseydi ki; ‘Toprak, her hafta bir televizyon karakteri oynayacaksın üstelik de; hem NTV’de hem de televizyon tiyatrosu adı altında olacak’ deseydi gerçekten benden mutlusu olmazdı. Dolayısıyla kendimi bu anlamda mutlu hissediyorum.
İNSANLARIN GÖZLERİNDEKİ O PARLAK IŞIĞI GÖRMEK BİR BAŞARIDIR!
‘NTV Sahne Klasikleri’ özel performans ödülüne layık görüldü. Peki sizin için nedir başarı?
İnsanların sizi ödüle layık görmesi başarı, sağda solda gittiğimiz yerlerde ‘İzledik, çok beğendik’ demeleri bir başarı. Her seferinde değişik şeyler yapmak bir başarı. İnsanların gözlerindeki o parlak ışığı görmek bir başarı. Kendini mutlu etmek bir başarı.
Oyunculuk, sunuculuk, televizyon programları, radyo programları, reklam seslendirmeleri, şimdi de sahne klasikleri, şimdi de www.dogasenicagiriyor.tv … Bunlarla kalmayacağınızı daha başka şeyler yapacağınızı düşünüyorum. Sırada ne var? Pusulanız şimdi hangi sanatı gösteriyor?
Ya aslında çok teşekkür ederim. Bu da çok güzel bir soru. Keşke her şey benim istediğime göre olabilse. Bana kalsa ohooo… Neler neler yapılabilir… İşin bir de televizyon idarecisi denilen bir basamağı var. Onların beyinlerinin de sizin beyinleriniz gibi çalışması gerekiyor. Evlilik programları… Diziler… Uzaklara bakıp, derin derin sustuktan sonra ‘Evet’ diyen oyunculardan oluşan diziler ve işte yemek programlarıyla dolu bir profil çizen yöneticilerle zaten bu söylediklerimizi devam ettirmek bile bana göre büyük bir başarı olsa gerek.
BENİM ‘ALBÜM’Ü YAPTIĞIM DÖNEMDE MERCAN DEDE BİLE ÇIKMAMIŞTI!
‘Albüm’ adında, etnik – elektronik tarzında bir albümünüz var. Neden daha geniş kitleler duymadı? Neye bağlıyorsunuz bunu?
Valla öncelikle şuna bağlıyorum. Albüm tam ikiz kuleler olayı patlak verdi. Sertab dedi ki; ‘Ne yapacaksın? ‘Ne oldu yaa?’ dedim. Televizyonu bir açtım, ikiz kuleler… ‘Ne olur ki’ dedim, Sertab ‘Olmaz, yürümez’ dedi. Benim yaptığım dönemde Mercan Dede bile çıkmamıştı. Ben bir şey yaparım insanlar dinlemek isterse www.topraksergen.com’dan dinlerler. Bir de dağıtımcılarla konuşurken ‘Abi, şimdi Alişan’ın falan kaseti çıktığından onları alırlar, seninkini almazlar.’ diyorlar. Herkes kendi bildiğini, dinlediğini, sevdiğini bir yerlere koymaya çalışıyor. E dağıtım ağı da kolay bir şey değil.
Albümdeki konsepte baktığımda şiirle müziğin bütünlüğünü gördüm.
Şunu düşünüyordum, bir meseleyi şiir ve müzikle nasıl anlatırsın diye… Bazı albümler var sadece şiir albümü diye geçiyor. Öyle olmaması gerekiyor. O albümümde Sertab’ın, (Erener) Demir’in (Demirkan) de besteleri var. Çok ciddi besteciler var, çok ciddi müzisyenler var. Mesela Rahman Altın şu anda Amerika’da, Tom Cruise’nin şirketiyle sözleşme imzaladı ve Tom Cruise’nin filminin müziklerini, arenjesini yapıyor. İşte albümümü yaptığım o yıllarda, o insanlarla bir araya gelip nasıl bir enerji ortaya çıkar diye düşünmüştüm. Ortaya da bir dolu toprak enerjisi çıktı.
Armut dibine düşer misali… Babanızın ve ağabeyinizin oyuncu olması sizin de yolunuzun oyunculuğa çıkması kaçınılmazdı değil mi?
Yoo babam ve abim oyuncu, bilinen oyuncular olduğu için değil, ben istediğim için… Büyük abim sigortacı. Bir kardeşim var petrol mühendisi. Aslında armudun dibine düşme durumu pek de öyle geçerli değil. Herkes farklı şeyler yapıyor.
Genç yaşınıza rağmen inanılmaz bir filmografiye sahip ender ve şanslı oyunculardansınız. Oynadığınız Televizyon Filmleri şimdiden unutulmazlar arasına girdi. Örneğin; ‘Ay Işığında Saklıdır’ filmi. Hâlâ gösteriliyor ve çok izleniyor. Aradan uzun yıllar geçtiğinde bile filmlerinizin güncelliğini korumasını ve bu kadar talep görmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
‘Ay Işığında Saklıdır’ yayınlanalı 15 yıl oldu ve hâlâ hatırlanıyor, söyleniyor. Ya bilmem. Bunları düşünmeye bu anlamda zamanım yok. Yapacağım şeyleri yapıp, insanları mutlu etmekten yanayım. O disiplinde o yanlış bu doğru. Ben kimim ki? Benimle ilgili güzel şeyler söylerlerse teşekkür ederim onlara.
Kariyeriniz boyunca hep yüksek reyting alan işlerde ve önemli projelerde yer aldınız. Türk televizyonlarındaki dizi patlamasını ve sektördeki derin aynılaşmayı neye bağlıyorsunuz?
Derin aynılaşma… Ya harikasın Melike! Daha bu işler özel televizyonlar ilk kurulduğu zamanlarda, bir takım insanları öne çıkarıyorlar ve bunların dublajını yapıyorlardı. Olmaz abi, böyle şey. Böyle şey dünyanın neresinde var! Gördün mü bir dizide oyuncunun kendinden başka birisinin konuştuğunu?
Peki, senaryolardaki aynılaşma…
Ha, evet o da var. Dön baba dönelim aynı kalemlere dizi yazdırmaya başladılar. O insanlar da hayatı görmeyince, hayatı yazamaz hale geliyorlar, onun yerine dizi yazar hale geliyorlar. Hayatta onların yazdığı şeyler olmuyor ki… Tabi doğal olarak o gözlem yeteneğini yitirince e yazık zavallı yönetmen, yazık zavallı setteki insanlar haftanın 7 günü 36 saat çalışıyorlar. E, onlar da insan! Hâlâ gazlıyorlar dizileri uzun çekelim diye. Oyuncular bir araya gelemiyorlar. Oyuncuların egosu ve kendi yapılarından dolayı birlik olamıyor. Arkadaşlarımız deniyor benden tam destek! Umarım bir gün olur.
İNŞALLAH MAŞALLAHLA OLMUYOR! UMARIM BU SİSTEM ÇÖKECEK, DÜZELECEK!
‘Körler sağırlar birbirini ağırlar’ durumu yaşıyorken…
Aynen… ‘Körler sağırlar birbirini ağırlar’ şeklinde olay devam ediyor. Umarım düzelir inşallah. Ama inşallah maşallahla da olmuyor bu işler! Umarım bu sistem çökecek, düzelecek. Hani devlet arkasında olsa… Devlet işe el koymuştur. Bir takım açıklamalar yapacak, bu sistem çöktükten sonra yeni bir sistem oluşacak. Umarım oluşan yeni sistem düzgün işler.

MELİKE BİRGÖLGE – 9 AĞUSTOS 2011

BÜTÜNÜ SAHİBİNE AİTTİR..İSTEDİĞİ ZAMAN GERİ ÇEKEBİLİR VEYA KALDIRABİLİR

Önceki Sayfa
Sonraki Sayfa
Comments

Comments are closed.